2 Temmuz 2012 Pazartesi

yine uzun bir ara....

atölyenin faaliyetlerine yine uzun bir ara vermek zorunda kaldık. daha önce kızım defne'nin doğumu sebep olmştu bu molaya. şimdi ise üzücü bir gelişme, annemin vefatı sebep oldu. kişisel hayatımın atölye çalışmalarını engellemesini istemem elbet ama insanın hayatında başına gelebilecek en önemli iki olayı ardarda yaşayınca böyle oluyor. atölyeye gelen öğrencilerime bana gösterdikleri anlayış ve sabır için teşekkür etmekten başka birşey elimden gelimyor. ama merak etmeyin, eylülden sonra tam gaz çalışmaya devam edeceğiz!
bu arada güzel şeyler de olmadı değil, özgün dünya evine girdi ve artık evinin bir köşesinde kendine ait ufak bir atölyesi var!
peki bu arada hiç mi çalışmadık? hiç öyle olur mu, özgün bir tablo bitirdi, nilüfer elinin pasını attı ve daha kararlı çalışmaya baaşladı, malesef selin aramızdan ayrılmak zorunda kaldı - iş seyahatleri : (.

mayıs ayı sonunda yaptığımız ilk derste bol bol kısa zamanlı figür etüdü yaptık. hızlı ve kısa zamanlı çalışmalar paslı eller ve kafaların çözülmesine bire birdir. hem sıkılmazsınız hem de aralıklı da olsa yoğun bir konsantrasyon gerektirir. ilk haftaki oriyentasyon çalışmasından sonra herkes kendi yönündeki çalışmalara geri döndü.


özgün geçen ay ilk defa kurulu bir kompozisyondan yağlıboya bir çalışma gerekleştirdi. daha önce yaptığı reprödiksiyonların faydasını bu çalışmasında hemen görebiliyoruz. defalarca yazdığım gibi taklit öğrenmenin önemli bir yöntemidir. ilk önce bizden önce yapılan işleri taklit etmeliyiz ki amerikaya yeniden keşfetmeyelim. işte bu yüzden ben her zaman öğrencilerime bol bol reprodiksiyon çalışması yaptırır ustaların çalışmalarını en iyi şekilde öğrenmelerini isterim. özgün "örnek öğrenci" olarak birçok reprodiksyan çalışması yaptı ve hala da yapmakta. böylece her ressamın boya kullanma tekniği, fırça sürüşü hakkında geniş bir bilgiye sahip oluyor. bu da ileride kendi resimlerinde neyi yapmak istediğine çok daha rahat karar verebilmesini sağlıyor. işte bu yüzden özgünün ilk ölüdoğa çalışması son derece başarılı oldu. renkler gayet olgun, fırça sürüşü rahat, komposizyonu dengeli bir çalışma.


nilüfer ise desen çalışmalarına devam etti. bu sefer farklı bir malzeme- füzen- kullanarak çalıştı. füzen kontrolu daha zor ama etkisi daha güçlü bir malzemedir. eğer eliniz bir kere alışırsa desen çizmek için füzenden başka malzeme kullanmak istemeyebilirisniz. kısa zamanda bitmiş bir iş elde etmek kolaydır füzenle. nilüfer iki hafta üst üste komposizyondaki kitapların açısı üzerinde yoğunlaştı. aslında biraz konsantrasyon ile kolayca çözebilecekğini inandığım bu komposizyonu nedense çok zorlanarak çizdi. çoğu zaman sakin ve mantkılı kafa ile kolayca çözebileceğimiz problemleri gözümüzde büyüttüğümüz için yapmakta zorlanırız.desen çizerken bu adımları uyglarsak kısa sürede başarıya ulaşabileceğmizi düşünüyorum:

1 çizeceğimiz objeyi ilk beş dakika hiçbir duygu seline kapılmadan- aman bu çok zor, ben zaten kitap çizmeyi hiç beceremem vs.- sakince  incelemeliyiz.
 
2 kopozisyondaki elemanların ön arka ilişkilerine hakim olduğumuza, aralarındaki boşluklar hakkında doğru bilgiye sahip olduğumuza emin olmaya çalışmalıyız. gerekirse otuduğumuz yerden kalkıp başka açılardan bakarak komposizyonu çok iyi tanımalıyız.

3 kağıdın neresine hangi objeyi koyacağımıza kabaca çizmeli ve daha sonra desemizi uzak bir noktaya koyup komposizyonun kendisi ile kontrol etmeliyiz. kağıdın üst alt, sağ-sol boşluklarına dikkat etmeliyiz. eğer konposizyonun  oturmadığınnız düşünüyorsak üşenmeden hataları en baştan düzeltmeye çalışmalıyız.

4 çok silik bir halde komposizyonu oturttuğumuzdan emin olduktan sonra elemanları daha ayrıntılı ama her zaman birbirleri ile karşılaştırarak ve sık sık deseni uzağa koyarak çizmeye devam etmeliyiz.

bu dört adımı doğru uygularsak desen genelde istediğimiz yere gelecektir. önemli olan içten gelen bir yetenek beklentisi ile değil de zekamızı kullanarak güzel bir desen çıkartacaığımıza inanmaktır. çünkü bir bilimsel bir gerçektir: desen el değil kafa ile çizilir!!!!!

3 Nisan 2012 Salı

özgün işler

hopper'ın new york'lu kadını özgün'ün elinde kendinden emin bir cumhuriyet kadınına dönüştü! bu yorumumdan kendisi pek hoşlanmadı ama ben yine de blogda paylaşmak istedim. sonuçta edward hopper'ın amerikadaki yalnız insanları anlattığı dönemde, istanbul sokaklarında cumhuriyet kadınları geziyordu. böylece özgün farkında olmadan yaptığı kopyayı içselleştirdi ve kendi kültürüne aktarabilrdi. birçok sanatçı bunu yapabilmek için özel çaba gösteriyor.




portre, ibrahim çallı,1928


gerçekten de hopper'in newyork hayatını anlattığı dönemde türk ressamları da istanbul hayatını sık sık resmetmişlerdir. aslına hopper'ın avrupalı olmaması bize  kendi sanatçılarımızla  karşılaştırma fırsatı veriyor. 20 yüzyılın başında sanat merkezinin hala avrupa olduğunu göze alırsak, avrupa dışındaki sanatçıların neler yaptığını karşılaştırmak ilginç olacaktır. genelde merkez dışındaki sanatçıların merkezi takip etme eğiliminde olduğunu görüyoruz. 20.yy. başında türkiye'de yapılan resimlere baktığımızda paris'teki sanatın geç ve değiştirilmiş bir kopyası olduğunu görüyoruz. bunu kırmak için cumhuriyet döneminde çaba gösteren bir çok sanatçı olsa da;konular batılı sanat anlayışı ile ele alındığı için batı sanatının doğu temalı kopyalarından öteye pek geçememiştir.

hatay'ın anavatana hasreti,
ibrahim çallı, 1938
burada türk tarihinde önemli bir yeri olan ibrahim çallı'nın iki resmini görüyoruz. bir tanesi sigarası, üstünü yarı örten kıyafeti ile model kadını portresi; diğeri  ise ayakları çıplak, fakir ama gururlu anadolu köylüsü. bu resimlere baktığımız zaman komposizyon anlayışından boya tekniğine kadar otantik birşey göremiyoruz. bu iki resmi hopper'ın yalnız kadınları ile karşılaştırdığımızda hopper'ın ne kadar özgün bir sanatçı olduğunu çok daha iyi anlıyoruz. hopper new york gerçeğini çırılçıplak gözler önüne sermiştir. çallı ise romantik bir köylü tiplemesi ya da model tiplemesinin ötesine geçememiştir. türk sanatını böyle sert eleştirmek elbette bana düşmez ama çağdaş türk sanatçıların hala aynı problemle üretiyor olduğunu da kimse göz ardı edemez.


nilüferi bu hafta yine zorladım! evet, biraz söylendi biraz hoşuna gitti ve yine kolaj çalışmasının başına oturdu. bu hafta renkleri kullanmadık ve  koyu açık dengesi üzerinde çalışalım dedik. daha önce de yazdığım gibi kolaj çalışmaları kompozisyon kurmayı öğrenmek için harika egzersizlerdir. resim yapmayı bir spor gibi ele alırsak basket maçına çıkmadan önce yaptığımız antremanları aklımızdan geçirelim: ısınma hareketleri, pas çalışmaları, şut çalışmaları, turnike... işte kolajı da bir turnike çalışması olarak ele alabiliriz. elbette kolajdan bitmiş harika bir eser de çıkabilir. henüz bizim atölyede çaptığımız kolaj çalışmalarında öyle bir kaygı yok:) nilüferin işi bence koyu açık dengesi açısında oldukça başarılı oldu.sadece bu
kadar parçalamadan da bu dengeyi yakalabilseydi daha iyi olurdu ama herşeyi ile mükemmel bir komposizyonu yapmak için daha çok çalışmak gerek.  ben kompozisoynu daha iyi anlayabilmemiz için bu işi fotoşopta filtreledim ve bakın ortaya nasıl bir iş çıktı:





13 Mart 2012 Salı

modern hayatın kadınları


geçen hafta nilüfer kolajı bir kenara bırakıp klasik çizgide ilerlemek istediğini belirtmişti ki bu hafta özgün de kızlara katıldı.  selin ise geçen hafta üzerinde çalıştığı lansman partisinde olduğu için katılamadı.

 
son zamanlarda özgün haftalar önce aldığı iki ufak tuvali ders başında ortaya çıkartıyor sonra ne yapacağını bilemediğinden yerine koyuyordu . bu hafa en sonunda bir tanesine ne yapacağına karar verdi. daha önce yaptığı uzun soluklu, büyük ebatlı çalışmalarından yorulan ve "kısa sürecek işler" yapmak istediğine karar veren özgün bu hafta ikinci küçük çalışmasına başladı. edward hopper 'ın tek başına kafede oturan bir kadını resmettiği  "otomat" eserinden bir detay aldı. 20.yy. ilk yarısında yaşayan edward hopper amerikan sanat tarihinde çok farklı bir yere sahiptir. hiçbir ekole sığdıramayacağımız hopper'in işeri teknoloji ile taşra hayatının çelişkilerini, şehirde yaşayan yalnız insanları, yaşadığı new york hayatını ve kuzey doğu amerika'dan manzaraları betimlemiştir. kurduğu kompozisyonlarda boş, düz alanları geniş tutarak melankolik ve gerilimli bir ortam yaratmakta çok başarılıdır. kompozisyonlarında sonu açık hikayeler anlatır ve genelde izleyicinin betimlediği insanlar hakkında bir hikaye yazmasını sağlar. mesela özgünün seçtiği "otomat- satış makinelerinden alınanan yiyecek ve içeceklerin olduğu lokanta-" adlı eserde büyük bir ihtimalle new yorkta  tek başıına oturan bir kadın görüyoruz. genelde gecenin bu saatinde bir kadının tek başına oturmasını -malesef!!!!!-  yadırgadığımızdan acaba ne derdi var diye düşünmeden kendimizi alamıyoruz ve  hemen bir hikaye yazma ihtiyacı duyuyoruz. benim hikayem çok defresif oldu: işinden çıkarılmış bu kadın eve gitmek istemiyor, kahvesini içerek kara kara düşünüyor. bu resim ya da hopper'ın herhangi bir resmi hakkında sayfalarca yorum yazılmıştır ve yazılacaktır. hopper döneminde ilk defa şehirli insanın yalnızlığını ve hatta bence daha çok şehire sonradan gelen insanların yalnızlığını ana konusu yapan sanatçı olmuştur. resimlerinin hala güncelliğini koruyor olması da gerçekten ne kadar büyk bir sanatçı olduğunu gösterir. sanat camiasında modern insanların yanlızlığını anlatan işlere "hopperesk" tabiri kullanılması hopper'ın kendi başına bir ekol olduğunu bize gösteriyor zaten.

bakın özgün bu kadar üzerinde konuşulmuş bir işe nasıl bir yorum getiriyor. bence özgünün kadını belki biraz yorgun, hafif düşünceli ama kesinlikle ciddi bir problem yok. belki önündeki düğün hazırlıkları için biraz telaşlı. haftaya belki ifade tümüyle değişecektir onu bilemeyiz ama şimdilik özgün hopper kadar melankolik bir kadın portresi yaratmadı. aslında özgün'den daha da cesur olmasını ve hopper'dan iyice uzaklaşarak, bambaşka bir kadın portresi  çizmesini çok isterdim.belki özgün öteki küçük tuvali artık daha "özgün" işlerinin ilk örneğini yapmak için kullanacak!!!



 nilüfer ise bu hafta geçen haftaki kompozisyonuna devam etti.açılarla başı dertte olan nilüfer artık bu hafta kafasında birçok şeyi orturmaya başladı. daha önce de yazdığım gibi açıları görmek sanıldığından çooooook daha zor bir marifettir. genelde en başta deneme yanılma yöntemi -sil,çiz,sil- ile çözümlenmeye çalışılan bu problem gerçekte daha fazla çizim yaptıkça çözülür. elimizde kalem, önümüzde eskiz defteri her fırsatta çizim yaptığımızı zaman bu açılar kabusunuz olmaktan çıkar. desen yapmak, okumayı öğrenmek gibidir. okudukça okumanız nasıl gelişiyorsa, çizdikçe de görmeniz ve dolaylı olarak da çizimiz gelişecektir.


1 Mart 2012 Perşembe

kar, migren, lansman partisi

nilüfer'in çalışması
bu hafta biraz eksik ve sağlıksız bir başlangıç yaptık derse. özgün soğuktan dolayı hasta olduğu için gelemedi, selin ve nilüfer lansman  partisi organizasyonundan dolayı gecikti, ben de migrenim tuttuğu için dersi erken bitirmek zorunda kaldım. ama yine de elimizdeki iki saati iyi değerlendirdik ve yorgun kafaları taze bir kompozisyon ile canlandırmayı başardık!

bu hafta dikdörtgen prizmalardan oluşan bir kompozisyon kurduk: kitaplar ve kitap desteği, fon ise bu sert havayı kıran draperiden oluşuyor- henüz draperiye geçecek vakit olamadı- kompozisyon oluştururken denge çok önemlidir. sert, köşeli cisimlerin yanına yumuşak cisimler; koyu renklerin yanına açık renkler; parlak cisimlerin yanında-cam,metal-,mat cisimler-elma,ahşap-...bu örnekler çeşitlendirilebilir. kompozisyonun yorucu veya sıkıcı olmaması için sadece yerleştirme değil, yerleştirmede kullandığımız malzemeler de önemlidir. umarım haftaya nilüfer ve selin daha dinç kafayla gelip güzel bir şekilde başladıkları kompozisyonlarını bitirebilirler.

selin'in çalışması
 galiba istanbul uzun süredir kış görmediğinden olsa gerek, kar yağdığında ne yapacağımızı şaşırır olduk. ya da bu şehir artık en küçük bir farklılığı bile kaldıramayacak kadar kalabalık oldu. artık yorum sizin : ) dersimizin sonunda hep beraber edirne'ye taşınmaya karar verdik!







18 Şubat 2012 Cumartesi

zorlanan beyinler


acaba aramızda kaç kişi soyut resimden hoşlanıyor? beki de hepimiz hoşlanıyoruz ama farkında değiliz. önemli olan anlamadığımızı sandığımız bu sanatın bize nasıl sunulduğudur. “bu bir soyut sanat,  sanat tarihinde çok önemli yeri olan bir yapıt, sev bunu! “  dendiği zaman herkesin tepkisi aynı olacaktır: ben bundan bir şey anlamıyorum, bunu benim beş yaşındaki yeğenim de yapar….ama aynı kişi “ikea”da satılan soyut panolar için: “ bunun renkleri çok güzelmiş, tam benim tarzım değil ama alacağım bunu, hoşuma gitti “ diyebiliyor.aslında sanatın korkulacak yüce bir nesne olmadığını anladığımızda işler kolaylaşıyor. 


 
geçen iki hafta boyunca atölyemizde yaptığımız kolaj çalışmaları sonucunda özgün ve nilüfer’in ilk soyut çalışmaları ortaya çıktı. özgün de nilüfer de kolaja nasıl başlayacaklarını, bakacaklarını, kompozisyonu neye göre kurgulayacaklarını ve resmin ne zaman bittiğini bilmeden giriştiler çalışmaya.  çalışmalarına hazır bir resmin kompozisyonunu taklit ederek başladılar. bu tip çalışmalarda bir çıkış noktası bulmak işleri kolaylaştırıyor. daha sonra bu kompozisyona bakmayı bırakarak kendi kompozisyonlarını oluşturdular. 





nilüfer'in çalışması
                                                                
  özgün'ün işleri




 
atölyenin bir köşesinde “derin” arayışlar devam ederken, selin ayakları yere basan sağlam desenler çizmeyi tercih etti.  selin desene yeni başlayan biri olarak çok doğru bir karar verdi. desen çalışmasına ne kadar hakim olursak daha sonra yapacağımız işlere de o kadar hakim oluyoruz. desen bize görmeyi ve gördüğümüzü aktarabilmeyi öğretiyor. 

selin bu hafta geçen hafta başladığı draperi-kumaş deseni-  çalışmasını bitirdi. draperi çalışmaları tonlama çalışmaya çok uygundurlar. selin de bu hafta ton zenginliğini arttırmak üzerinde yoğlaştı. Haftaya içinde birçok elemanı içeren bir kompozisyon çizdiğinde şimdiye kadar yaptığı çalışmaların meyvesini toplamış olacak:)

8 Şubat 2012 Çarşamba

kolaj!


geçen hafta atölyemizde özgün ile başlayan kolaj çalışmalarına bu hafta nilüfer de katıldı. selin ise desen yapmaya  devam etmeyi tercih etti.
hava koşullarından dolayı dersimizi erken bitirdiğimiz için işlerin bitmiş halinin fotoğrafını haftaya yayınlayacağız. geçen hafta da dersimizi kar-kış sebebiyle yapamamıştık. blogumuzun bu kadar uzun süre” başıboş” kalmasını istemediğimden kendim bir şeyler yazmaya karar verdim.
bu hafta kolaj çalışan iki farklı sanatçıdan bahsetmek istiyorum.  böylece benim açıklama yapmama gerek kalmadan sanatçıların üzerinden kolaj hakkında fikir edinebileceğimiz düşündüm.
İlk sanatçımız kurt schwitters:  1910-1948 yılları arasında neredeyse kolaj tekniğinden başka bir teknik kullanmadan işler üretmiş sanat tarihine kolaj sanatçısı olarak ismini kazıtmış bir sanatçıdır.   schwitters  işlerinde şehir çöplerini - tren biletleri, konserve kapağı, şeker kağıtları…-kullanmıştır.  bir nevi şimdiki dönemin “geri dönüşüm” sanatını başlatmıştır. ama sanatçı  bunu yaparken elbette ekolojik kaygılar gütmemiştir . schwitters  bulunmuş objelerin sanatta yarattığı etkiyi kullanmayı amaçlamıştır ve her şeyin sanat malzemesi olabileceğini savunmuştur- bu şu an bize çok sıradan bir fikir gibi gelebilir ama dönemi için çok radikal olduğunu unutmayalım.  




schwitters’in  kolajı  seçmesindeki diğer sebep ise bu teknik ile kompozisyonun en saf halini yakalayabileceğine inanması idi. elindeki malzemeleri kullanarak, bir öykü kaygısı olmadan kompozisyon yaratmayı amaçlamıştır. elindeki malzemenin onu yönlendirmesine izin vermiş- klasik resimde malzemeyi biz yönlendiririz- , kompozisyona ve dengeye odaklanmış ; renklerin, dokuların ve oranların dengesini yakalamaya çalışmıştır. sanatını bu sözlerle anlatmıştır: “ kullanılabilllir bütün malzemeleri bileştirerek sanatsal bir çalışmaya yapmaya çalışıyorum… malzemelerin her birine eşit önem veriyorum, boya veya bir tren bileti benim için eşit önemde malzemedir ”. birinci dünya savaşında üreten sanatçı savaş ile her şeyin paramparça olduğunu ve bu parçaları bileştirerek yeni bir şeyler üretmek istediğini dile getirmiştir. işlerlinde yeni çağrışımlar, yeni bağlantılar kurmak istemiştir. bunu yapabileceği en iyi tekniğin kolaj olduğunu düşünmekte bence çok da haksız değilmiş. 






geçen yüzyılın ilk yarısından yaşadığımız yüzyılın başlarında yaşayan, başka bir alanda çalışan bir sanatçıya  yönelmek istiyorum. kolaj tekniğini birçok sanatçı kullanmıştır ama ben çocuk kitapları resimlendiren bir sanatçıdan örnek vermek istedim.  bir tekniğin ne kadar faklı şekillerde kullanılabileceğini göstermek için.
ed young” ödüllü bir çocuk kitabı ressamı. tek bir tarzı yok, birçok teknikle çalışmaları var. hikayenin konusuna göre tekniğini değiştirebilen  çok yönlü bir illüstratör. Onun resimlendirdiği çok ünlü kitaplardan biri ”wabi sabi”.  “wabi sabi”  japonca bir kelime ve japonlara göre bir yabancının bu kelimenin anlamını algılaması imkansız.  kitabın kahramanı olan kedi bu kelimenin anlamını kavramak için bir yolculuğa çıkar. burada  young,  schwitters’ den çok farklı olarak kolaj tekniğini daha çok görsel zenginlik yaratmak  ve belki de doğu kültürüne daha yakın olmak- doğal malzemeleri kullanarak , dokulu kağıtlar kullanarak- için tercih etmiş.  schwitters  gibi savaş döneminde yaşamadığı  için parçalardan yeni bir dünya yaratma kaygısı yokJ. ayrıca  soyut bir kompozisyonlar da yaratmıyor. çocuklara ve büyüklere hikayenin atmosferini vermeye çalışıyor.
 




aşağıda “wabi sabi” ile ilgili you tube’da bulduğum ilginç bir videoyu da yayınlamak istedim. 



25 Ocak 2012 Çarşamba

"ocak ayı"

bu hafta bloga çok kapsamlı bir yazı yazmam gerekecek!  geçtiğimiz üç hafta boyunca selin gelemedi :( özgün bir adet yağlıboya tablo bitirdi!!!!! nilüfer ise ayakkabı fetişi olmak zorunda kaldı.

özgün 6 ay süren uzun bir kopya çalışmasından sonra haklı olarak daha kısa sürede bitirebileceği  işler yapmak istedi.  bunun üzerine daha modern  - 19 y.y. sonu-  bir ressam olan manet’den kopya yapmaya karar verdi. manet  19.yy.'ın ikinci yarısında yağlı boya resim tekniğine çok radikal yenilikler getirmiştir. döneminin ressamlarının aksine formu büyük renk lekeleriyle oluşturmayı amaçlamıştır. resimde derinlik kaygısına odaklanmadan rahat fırça darbeleri kullanmıştır. döneminde çok illüstratif bulunmuş , renkleri çiğ kullandığı gerekçesi ile eleştirilmiştir. belki de niye bu kadar eleştirildiğini anlatmanın en iyi yolu iki eser örneği vermektir:

adolphe jourdan, 1864

eduard manet, 1863

yukarıdaki eserlerin ikisinin de yaklaşık aynı dönemlerde, aynı konuyu –venüs, çıplak- işlediğini düşünürsek konunun işlenişi bakımından da manet çok radikal bir tavır sergilemiştir.jourdan'ın eserindeki  güzel, teslim olmus ve zararsız bir venüs yerine, manet'in izleyenin gözünün içine bakan bir hayat kadınını betimleyen eseri sanki farklı dönemlerin eserleridir.



özgün’e geri dönersek…. bu işinde daha kararlıydı, hızlıydı, bilinçliydi. esere bire bir sadık kalmadı, renklere, fırça darbelerine kendi yorumunu kattı.  özgün’ün her geçen çalışmasında daha da usta bir fırçası olduğunu görmek onun eğitmeni olarak beni gerçekten tatmin ediyor. Umarım yeni evinin duvarlarını kendi resimleri ile süsleyecek kadar çok iş çıkartabiliriz.



nilüfer ile yaptığımız çalışmalar da çok verimli geçti. aynı objeyi defalarca çizmenin ne kadar öğretici olduğunu tekrar etmekten bıkmayacağım. nilüfer iki hafta üst üste benim sevgili dans ayakkabılarımı çizdi, yetmedi eve gidip kendi dans ayakkabılarını da çizdi. sandalet gibi içinde ayak olmadığında çok boş gözüken nesneleri çizmek zordur. bir form vardır ama o formu veren ipuçları çok azdır- sandaletin ipleri-. daha önceki converse çalışmalarımızda ayakkabının bütün yüzeyini görebiliyorken şimdi nilüferin hayal etmesi gerekti. öğrencilerimi zorlamayı seviyorum, çünkü sonunda hep başarıyorlar :)))))))



nilüfer daha sonra daha tanıdık bir obje çizdi: tors. bu sefer nilüfere ilk bir saat hiçbir müdahalede bulunmadım ve hatalarını kendi görmesi için sürekli teşvik ettim. önce itiraz etti ama sonra aslında birçok şeyi bensiz de güzelce yapabildiğini fark etti. bazen sürekli bize yardım eden insanlar çevremizde olduğunda rahtlıkla yapabileceğimiz şeyleri denemeden yardım alarak yapmayı tercih ediyoruz. 



bu hafta ise takımı tamamladık ve üç silahşörler tam gaz çalışmaya devam ettiler. selin  -üstteki-  ile nilüfer  -alttaki- tors çizdiler. yaşasın! selin üç hafta ara vermesine ramen  bıraktığı yerden devam edebildi. bu kadar sevinecek ne var demeyin, desen çizmeyi öğrenmek dil  öğrenmek  gibidir, verdiğiniz ufak bir ara bile sizi beklemediğiniz kadar geri atabilir.



özgün bu hafta hiç beklemediği bir çalışma yapmak zorunda kaldı: soyut bir kompozisyon!!!!! geçen hafta konuştuğumuz gibi kolaj malzemeleri ile gelen özgün daha önce yaptığı gerçekçi çalışmaların benzerini kolaj tekniği ile yapacağını düşünüyordu. ben ise özgünün artık soyut bir kompozisyon kurmaya hazır olduğunu düşündüğümden, onu bu çalışmaya zorladım. buradaki amacım kompozisyonu bir anlam yüklemeden sadece görsel olarak kurgulamayı öğretmekti. soyut resimler resmin en saf hali gibidir. sadece şekiller,dokular, renkler ve tonlar vardır. o yüzden soyut resim çalışmaları, kolaj çalışmaları çok öğretici olurlar. bize kompozisyon kurgulamayı öğretirler. özgün bu kompozisyonounda renk skalasını sınırladı ki kontrolu kolay olsun. ama bu kompozisyona bir heyecan katmak için de biraz kırmızı kullandı.